Ernest Hemingway’in 1920’lerin Paris’indeki anılarını bir araya getirdiği “Paris Bir Şenliktir” isimli kitabında dediği gibi, “Gençliğinizde Paris’te yaşama şansına ermişseniz, ömrünüzün geri kalan bölümünde nereye giderseniz gidin, o sizinle birliktedir artık, çünkü Paris devingen bir şenliktir”. Paris’in en ünlü kafeleri, o yıllardaki şehir hayatının yanı sıra, yazarın hatıralarını da anlatan bu kitabı mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
Belki Hemingway gibi 1920’leri Paris’te geçirme şansımız olmadı ama neyse ki o yıllardan bugünlere gelmiş kafeler, restoranlar, sokaklar ve oteller hala ayaktalar.
Sizi tarihte keyifli bir yolculuğa çıkaran atmosferleri, bilinçli bir şekilde değiştirilmeyen hizmet felsefeleri, yüzyıllardır servis edilen yemekleriyle gelin Paris’in en ünlü kafelerini birlikte gezelim.
Le Consulat
Sanatçı Vincent Van Gogh’un hayatının önemli bir kısmını geçirdiği Rue Norvins, Montmartre’da bulunan Le Consulat Paris’in en eski ve ünlü kafelerinden biri. Yüzyıllardır hizmet veren bulunan Le Consulat, Picasso, Sisley, Van Gogh, Monet gibi sanatçıların, yazarların ve ressamların da uğrak yeri olmuş.
Le Consulat’ın menüsünde Fransız şaraplarından zengin bir seçki ve Fransız mutfağının örnekleri yemekler bulabilirsiniz. Et severseniz, tipik bir Fransız yemeği olan Steak au Poivre avec pomme frites, Türkçe meali biberli et ve kızarmış kızartması sipariş etmenizi tavsiye ederim. Sadece bir espresso içerek gelen geçeni izlemeniz de mümkün elbette.
Ziyaret için ipuçları: Eğer kafenin kalabalıklar olmadan bir fotoğrafını yakalamak veya güzel bir masa kapmak istiyorsanız hafta içi sabah saatlerinde kahvaltı etmek için gidin.
Le Consulat Paris’in en sevdiğim semtlerinden biri olan Montmartre’de bulunduğu için, buraya kadar gelmişken Musee de Montmartre’ı, bir diğer ikonik Paris kafesi olan La Maison Rose’u veya yüzlerce ressamın buluştuğu Place du Tertre, yani Ressamlar Tepesi’ni ziyaret edebilir, kafeden sadece birkaç dakika uzaklıktaki Sacre Coeur’den Paris’i kuşbakışı izleyebilirsiniz. Sadece Montmartre’ın tablo gibi sokakları bile bu fevkalade semtte keyifli vakit geçirmenize yeter de artar.
Les Deux Magots
Paris’in en ünlü kafeleri arasında bir diğer yer, oturmasanız bile önünden bir geçmeden görmeden dönülmemesi gereken Les Deux Magots. Simone de Beauvoir, Jean-Paul Sartre ve Ernest Hemingway gibi isimlerin romanlarını yazdığı bu kafe şehrin en popüler semtlerinden biri olan Saint-Germaides-Pres’de bulunuyor.
Les Deux Magots tam anlamıyla tarihi bir yer. Garsonların davranışlarından tutun da ortamın atmosferine kadar size tarihi bir yerde olduğunuzu hissettirecek her şey var. Avizeler, sütunlar ve hatta menü yüz yılı aşkın bir süredir aynı. Ancak oldukça pahalı olduğunu belirtmemde fayda var.
Hemingway ciddi konuşmalar için kafenin arka masalarını tercih edermiş. James Joyse ise İsivçre şarabını burada yudumlarmış. Oscar Wilde da Les Deux Magots’nun müdavimleri arasındaymış.
Cafe de Flore
Eskiden Les Deux Magots’un en sıkı rakibi olan Cafe de Flore de Saint-Germaides-Pres’de bulunuyor. Bugün hala Paris kafe kültürünün önemli bir oyuncusu olan Cafe de Flore adını bir zamanlar Saint-Germain caddesinde bulunduğu düşünülen Romalı bahar tanrıçası Flora’nın heykelinden almış. Les Deux Magots’un müdavimleri bu kafenin de sık ziyaretçileri arasındaymış. Özellikle Sartre ve Beauvoir buraya birlikte gelir, farklı masalarda oturup romanlarını yazar, garsonun boşalan kahve fincanlarını sürekli doldurmasını isterlermiş.
Bugün bu gelenek hala sürdürülüyor. Gözlerinizi kapatıp etrafınızda Fransızca konuşan insanların uğultusunu ve bardağınıza konulan kahvenin sesini dinlerseniz, kendinizi yüzyıllar öncesine giden bir zaman yolculuğuna çıkmış gibi hissedebilirsiniz. Burada da fiyatların biraz yüksek olduğunu unutmamanızda fayda var.
Bu kısa Paris gezimi izlediğiniz için teşekkürler! Instagram hesabımda çok daha fazla bilgi bulabilirsiniz.
İlgilinizi çekebilecek diğer yazılar:
Paris’in Lüks Restoranları – 3 Michelin Yıldızlılar
Paris’in Bölgeleri – Arrondissementlar: Paris’i Anlamak