Sırayla gelmiş geçmiş medeniyetler, kraliyetten diktatörlüğe uzanan yönetim şekilleri, bombalarla 44 kez yıkılıp yeniden inşa edilmiş bir kent: Belgrad!
Ben bir ülkeye veya şehre ilk kez adım attığımda, havalimanından konaklayacağım yere varana kadar içimde hemen bir his oluşur ve gördüğüm manzaranın, içimde uyanan hislerin adını koyarım. Belgrad benim için “hüzünlü“ bir şehir. Bir tarafta şaşaa ve ihtişam, diğer tarafta eskilik ve yoksulluk.
Sırbistan uzun yıllar komünizm ile yönetilmiş bir ülke. Gezdiğim diğer Balkan ülkeleri gibi, havalimanından çıktığınızda sizi yol boyunca son derece eski ve bakımsız binalar karşılıyor.
Rehberimizin anlattığına göre bu binalarda duvarlar incecik ve pencereler birbirine bakıyormuş. Bunun nedeni, zamanında diktatör Tito’nun ispiyonculuğu önlemek ve Rusya’ya ajanlık yapanları yakalamak adına böyle bir yola başvurmuş olması. Evler çoğunlukla 50 metrekare, 1+1 veya 2+1 ve hiçbirinde misafir odası yok. Bu sayede kimse birbirinden habersiz, çat kapı misafirlik yapamıyor.
Evlerin bu kadar küçük olmasının nedeni komünizmin insanları sokakta olmaya, spor yapmaya ve sosyalleşmeye teşvik etmesi. Bu kültür bugün hala devam ediyor. Ancak Belgradlılar bu durumdan hiç şikayetçi değil, bilakis “Komünizmin bugün bize bıraktığı en güzel kültürel miras” diyorlar.
Gerçekten de sokaklarda haftanın hangi günü, günün hangi saati olsun bitmeyen bir hareketlilik var. Belgradlılar kendilerini biraz da Küba’ya benzetiyorlar. Pek paraları yok ama mutlular. Günde en az iki kez kahve içmeye dışarı çıkıyorlar ve her buluşmaları en az 2-3 saat sürüyor. O yüzden de her yer tıklım tıklım.
Belgrad’da ortalama maaş 462 Euro’ymuş. Bunu duyunca tabii ki insanın aklına “İyi de bu parayla nasıl geçiniyorlar” sorusu geliyor. Yanıtı şu: kira ödemiyorlar.
Komünizm döneminde devlet herkese bir ev vermiş. Bugün hala kimse kirada oturmayı sevmiyor. Gençler bir işe girip para kazanmaya başlar başlamaz kredi çekerek hemen bir ev satın alıyor. Bu nedenle, Belgrad’da hemen hemen hiç kiralık ev yok. Olanlar da sadece eşyalı kiraya veriliyor ve çok pahalı.
Bu kısa girişten sonra gelelim Belgrad gezini planlamaya!
Vizesiz seyahat seçeneği
Belgrad’a gitmek için vize gerekmiyor. Yolculuk yaklaşık 1 saat 20 dakika sürüyor. Para birimi Dinar. Türkiye’den çıkarken Euro veya Dolar alıp Nicola Tesla havalimanında bozdurmanız gerekiyor. Yalnız havalimanındaki kurlar şehir içinden çok daha pahalı. O yüzden taksiye vereceğiniz kadar Dinar alıp (20 Euro veya Dolar yeterli), kalanını şehir içinde bozdurmanızı tavsiye ederim.
Belgrad oldukça ucuz ve son derece güvenli bir şehir ama tek dikkat edeceğiniz konu taksiler olsun. Pink Taxi (tabelaları pembe) veya plakası TX ile bitenler dışında hiçbir taksiye binmeyin, çok kötü dolandırıyorlar.
Yemek, şarap ve tarih seviyorsanız bence Belgrad tam size göre bir şehir!
Knez Mihailova Caddesi
Knez Mihailova Caddesi Belgrad turuna başlamanın ilk noktası olabilir. Bir ucunda şehrin en önemli meydanı Trg Republike ve diğer ucunda Kalemegdan Parkı ve Belgrad Kalesi bulunan bu yaya bölgesi eskiden de Belgrad’ın en önemli caddesiymiş.
Gece gündüz hareketli olan Knez Mihailova’da pek çok restoran ve kafenin yanı sıra sanat galerileri ve mağazalar da sizi bekliyor. Daha tarihi bir gezi peşindeyseniz Milli Müze, Uygulamalı Sanatlar Müzesi, Yugoslav Film Arşivi ve Etnografya Müzesini ziyaret edebilirsiniz.
Bu caddede beni en çok büyüleyen şey ihtişamlı ve şatafatlı binalar oldu. nazliozgur isimli Instagram sayfamda sabitlediğim Belgrad isimli hikayelerde de anlattığım gibi, bu binaların geçmişi 1. Dünya Savaşı’nın sonlarına dayanıyor. Savaşın sonunda Sırbistan’da kraliyet dönemi başlamış. Kral Belgrad’ın en zengin aileleriyle bir araya gelerek, şehri yeniden inşa etmek istediğini ve bir daire değil de bir bina sahibi olurlarsa onları vergiden muaf tutacağını söylemiş. Bunu duyan zengin aileler çok heyecanlanmış ve çoğu İtalyan olmak üzere Avrupa’nın en ünlü mimarlarından sahibi oldukları binaları süslemelerini istemiş. Binaların dış cephelerinde pek çok Avrupa ülkesinde görmediğim kadar büyük heykeller, kocaman balkonlar gördüm.
Bir binanın tamamının bir aileye ait olduğunu düşünecek olursak bir zamanlar Belgrad’ın ne denli zengin bir şehir olduğunu da anlayabilirsiniz. O zamanlar bu binaların ilk katlarında ebeveynler, diğer katlarında çocuklar ve son katta hizmetliler yaşarmış.
Komünizm zamanında diktatör bu binaların hepsine el koymuş. 2000 yılında komünizmin de sona ermesiyle devlet yeniden bu binaların sahiplerini aramaya ve evlerini teslim etmeye başlamış. Ancak çoğu aile bulunamamış çünkü pek çoğu malını mülkünü geride bırakarak göç etmiş. Sadece bu hikaye bile bana çok hüzünlü geldi.
Kalemegdan
Kalemegdan yani Türkçesiyle Kale Meydan adından da anlaşılabileceği gibi Belgrad Kalesi’ne ev sahipliği yapıyor. Hem Osmanlıların hem de Macarların yüzyıllar boyunca sırayla ele geçirdiği Belgrad Kalesi’ne Zindan Kapısı’ndan yani Osmanlıların mahkumları hapsettiği yerden giriş yapıyorsunuz.
Burada beni en çok büyüleyen şey Belgrad’ın doğal sınırı kabul edilen ve şehri ikiye bölen Sava ve Tuna nehirlerinin kesiştiği noktadaki manzara oldu. İçinde bir de Saat Kulesi ve Osmanlılardan kalan Damat Ali Paşa türbesi bulunuyor.
Kalemegdan bugün Belgradlıların park olarak kullandığı, arkadaşlarıyla bir araya geldiği, spor yaptığı bir yer olsa da eskiden kanlı savaşlara ev sahipliği yapmış bir yer. Bugün Belgradlılara Osmanlı hakkında ne düşündüklerini sorduğunuzda bizim geri kalmamızın tek nedeni onlar diyorlar.
Belgrad Balkanlar’ın kalbiyse, Kalemegdan da Belgrad’ın kalbi!
Savamala
Bu tarihi semt bugün şehrin en hareketli yerlerinden biri. Sava Nehri manzaralı Beton Hala adı verilen kısımda yan yana pek çok restoran bulunuyor. Toro ve Ambar en ünlü iki restoranlarıymış, tercihinizi bu ikisinden yana kullanabilirsiniz.
Savamala’daki restoranlar gecenin ilerleyen saatlerinde gece kulübüne dönüşüyor. Balkanlar genel olarak gece hayatının sevildiği bir bölge. Dolayısıyla, hafta içi bile kalabalık bir atmosfer bulacağınıza emin olabilirsiniz.
Dorçol
Belgrad’ın en eski semti olan ve simgesi olarak görülen Dorçol Türk Mahallesi olarak biliniyor. Hatta Türkçe adı Dört Yol.
Osmanlı döneminde Türklerin oturduğu bu bölgede bugün zengin ve gerçek Belgradlılar oturuyor deniliyor. Gerçekten de şehrin geri kalanına kıyasla buradaki binalar çok daha güzel ve bakımlı, mağazalar ayrı bir şık.
Dorçol’da Bayraklı Cami’yi ziyaret edebilirsiniz. Belgrad’da eskiden 200-250 cami varmış ama Avusturya Osmanlıdan kalan her şeyi yakıp yıkmış.
Bu arada ben pek dondurma seven biri değilim. Rehberimiz Belgrad’ın en ünlü dondurmacısı diyerek bizi Crna Ova’ya götürdü. Onun ısrarlı önerisiyle deneyeyim dedim, inanılmazdı! Mutlaka gidin, deneyin, bayılacaksınız.
Burada bir de Dorçol Platz denilen yeni bir yaşam alanı açılmış. Ben yaşam alanı dedim ama nasıl adlandıracağımı bilemediğim bir yer. İstanbul’daki Bomonti Ada’ya benzettim.
Burada konserler düzenleniyormuş ve gençlerin en çok uğradığı yerlerden biriymiş. Biz akşamüzeri gittiğimiz için o halini göremedim. Ama kendi craft birasını üreten Gvint’e uğramanızı öneririm. Biz denedik, çok güzeldi!
Skadarlija
Eski Belgrad’ı tanımak isterseniz, Cihangir’in eski haline benzettiğim Skadarlija’ya mutlaka gelmelisiniz. Buraya “bohem semt” de deniyor çünkü eskiden sanatçıların, yazarların ve tiyatrocuların oturmayı tercih ettiği semt burasıymış. Ayrıca, gece performanslarından sonra yemek yemek ve eğlenmek için buraya gelirlermiş.
Skadarlija’da yerel Sırp mutfağının örneklerini bulabileceğiniz pek çok restoran bulabilirsiniz. Bu restoranlarda genellikle canlı Sırp müzikleri eşliğinde yemek yiyorsunuz. Restoranların dekorasyonu tipik Yugoslav mimarisinin izlerini taşıyor. Hem müziklerle hem de dekorla zaman yolcuğuna çıkmış gibi hissediyorsunuz.
Sava Nehri Turu
Belgrad’ı bir de uzaktan göreyim derseniz mutlaka tekne turu yapmanızı öneririm. Nikola Tesla’nın dünya turunu yaptığı tekneyle Sava Nehri kokusunu ciğerlerinize çekmek gerçekten güzel bir deneyim.
Teknenin yemek servisi var. Hava da güzelse gerçekten demeyin keyfinize! Tur 1,5 saat sürüyor ve 13 Euro tutuyor.
Akşam Yemeği için Lorenzo & Kakalamba
İddia ediyorum, hiç bu kadar ilginç bir restoran görmemiş olabilirsiniz. Daha kapıdan adımınızı atar atmaz sizi oldukça sürprizli bir dekorasyon bekliyor. Değişik, farklı, mutlaka denenmesi gerekli. Çok fazla anlatmak istemiyorum, nazliozgur isimli Instagram hesabımda sabitlenmiş Belgrad hikayelerine bakın, kendiniz gidin, görün.
Moskova Oteli
Moskova Oteli sadece bir otel değil, pastanesiyle de oldukça ünlü ve tarihi bir yer. Hatta komik bir hikayesi de var. Eskiden Belgradlı erkekler bu pastaneye gelip soda içermiş. Soda içmeleri ben jigoloyum anlamına gelirmiş! Artık yorumu size bırakıyorum. Bugün Moskova pasta adında ünlü bir tatlısı var. Ben deneyemedim, vakit yetmedi. Sizin vaktiniz olursa kaçırmayın!